Sıla Özçelik Yener
Sıla Özçelik Yener
Sıla Özçelik Yener

Bir dilim annelik alana, tabak dolusu kaygı bedava!

Annelik bulaşık ya da çamaşır makinesi gibi bir kullanma kılavuzu ile gelmiyor.

Haberin Devamı

Annelik hani resmen bir market ürününü satın alıp kasada beklemediğiniz bir promosyon kazanmak gibi birşey farkında mısınız acaba? Tabii acılı bir kangal sucuğun yanında bedavaya gelen en ucuzundan tekerlek kaşarın o küçük ama saf saadeti gibi bir promosyon canlandıysa gözünüzde öncelikle iyimserliğinizden ötürü yanaklarınızdan öpmek istiyorum. Vallahi çok şekersiniz (!)

Ama bahsettiğim o bedavaya ve bolcana gelen şey aslında kocaman bir kaygı çuvalından başka birşey değil. Evet bunu yazan ne ilk kişiyim, ne de son kişi olacağım biliyorum. Annelik demek ömür boyu içinde kendine bile itiraf edemediğin korkular, endişeler ve kaygılarla yaşamak demek. O cepte, onu biliyoruz. Peki, genelde çok da fark edilmeyen, hatta kimi zaman fazlasıyla küçümsenen ufak tefek, mini minnacık kaygı köpüklerinin farkında mısınız? Hayır yani, ben fark ettim ve adını koydum da o açıdan sizi de bir dürtmek istedim bu yazımda. Bu mini minnacık, tontik mi tontik kaygı köpükleri dediğim şeyler aslında anne olduktan sonra her kadının gün içinde yaşadığı ve zamanla fazlasıyla normalleştirip farkına bile varmadığı minik minik huzursuzluklardan ibaret. N’olcak demeyin. Sinek de küçük ama mide bulandırıyor. Ve dahası bence bu sıralayacağım endişe tontikleri; daha genel geçer, misal çocuğuna iyi bir eğitim sağlayabilmek ya da geleceğini planlayabilmek gibi evrensel ve kabul görmüş kocaman ebeveynlik kaygılarının ötesinde insanı hiç çaktırmadan içten içe bitirme gücü daha etkili şeyler. Öyle ki; sanki içinde bir yerde mikroskopla bile görünmeyen bir böceğin ruhunun ince duvarlarını sivri ve çatlamış tırnaklarıyla kazıyıp küçük küçük kanatması gibi. Kimse görmüyor, duymuyor, bakıp geçiyor. Siz dahi… Annelik bulaşık ya da çamaşır makinesi gibi bir kullanma kılavuzu ile gelmiyor. Belki de kendine has oluşu ve heyecanı burada. Ama en azından bu küçük kaygılarla ilgili küçük bir kılavuz hazırladım ben size. Bakalım siz de bana hak verecek misiniz?

Haberin Devamı

1- Çocuk uyanacak korkusu: Belki de en fazla bunaldığı korku insanın. Top patlasa uyanmayan çocuğun en ufak tıkırtıda uyanacağına dair temeli olmayan, fazlasıyla yersiz ama ne seni ne de dolayısıyla eşini rahat bırakmayan tuhaf kaygı. Şimdi düşünüyorum da bu korkum kızım mini minnacıkken baya baya, ama bakın baya diyorum, hat safhalardaymış. İtiraf ediyorum evi adama dar etmişim. Kolunu kaldırsa aman demişim, indirse oflamışım. O da beni idare etmiş işte. 3 aylık anne Sıla’nın her yere götürdüğü kafasının üzerinde gezen o konuşma baloncuğunda o dönem mütemadiyen şu minvalde cümleler yazıyordu: “Bebeği zaten 1 saat kucakta emzire emzire uyutmuşum. Zaten evin içinde Micheal Jackson’ın zombili klibinin 2017 versiyonunu çekiyorum resmen. Sen şimdi suyuna buzluktan çatır çutur buz çıkarıp koyacan diye uyansın mı bu Chucky be adam? Olan bana olacak, ben yine 1 saat kilit! Yine uyuyamayacağım eyvahlar olsun! Sen iyisi mi buzsuz iç o suyu. Hem hava o kadar da sıcak değil. Altı üstü Temmuz’dayız idare et” Deli kafası özetle.

Haberin Devamı

Şimdi artık biraz amaaaan uyanırsa uyur yine nolcak kafasına geldiğim için anlıyorum tabiki. Biraz yersiz bir korku. Bu heralde çocuk sahibi olduktan sonra üstüme yapışan ve artık bana en fazla bıkkınlık getiren korkulardan biri. İnanın bundan birkaç sene önce bebek uyanacak diye kalp çarpıntısı yaşayacaksın, parmak ucunda çay dolduracaksın deseler yuh devenin nalı derdim ama oldu. O yüzden olmaz olmaz demeyin. Yarın öbür gün bu yazıyı çıkarır tekrar tekrar okursunuz sonra.

2- Eski hayatına asla dönememe korkusu: Çocuk sahibi olmak bu devirde ve büyükşehirlerde iş hayatında aktif olarak çalışmış belli bir yaşa kadar saatinin hesabını sadece kendisine vermiş sosyal ve kültürel açıdan kendini sürekli geliştiren kadınlar için adeta Osmanlı’nın Fetret Devri’ne girmesi gibi bir şey. Duruyorsun abicim! Minumum 2 sene iş hayatında ya da en azından sosyal ortamlarda yoksun. Büyük bir yoksunluk hissi kaplıyor her bir tarafını. Bazen yersiz, bazen tam da gerçeğin ta kendisi aslında. Yani evet sen iş gücünden çekildiğin için çalıştığın iş yeri batmıyor ama geri döndüğünde de birşeyi kaçırmış olmamak seni şaşırtıyor. Sanki iki yıllık bir prenses uykusuna dalmışsın da uyanmışsın gibi. Herşey aynı. Ama gerçek bir tarafı da var bu kaygının. Kendi işini yapıyorsan (misal ben) öz disiplinini sağlamak çocuk bakarken gittikçe zorlaşıyor. En yakın çevren bile masabaşı bir iş yapmadığın için ne zaman işe döndüğünü döneceğini ya da dönemediğini anlamakta zorlanıyor. Velhasıl bu da bir anne olarak çocuk büyütürken ihtiyaç duyduğun destek mekanizmasının sürekli oynak ve istikrarsız olmasına sebep oluyor. Bir gün tam zamanlı anne oluyorsun diğer gün yarı zamanlı fotoğrafçı, çeyrek zamanlı yazar vesaire vesaire…. Ve evet şöyle gerçek bir tarafı da var bu kaygının. Gerçekten de hepsi değil ama bazı insanlar seni aramıyor. Yediğinin içtiğinin ayrı gitmediği sözde kankalar çocuk doğunca ortalıktan kayboluyor. Beraber iş yaptığın insanlar kendi dalgasına bakıyor. Sen de yeni düzeninde çocuktan sonra işlere güçlere, dostlara, muhabbetlere, sofralara, düğünlere, tek başına tatillere, çift olarak tatillere, hadi onu da geçtim bir gece çıkmasına nasıl döneceğini düşünüp düşünüp hayıflanıyorsun. Çünkü evet kendi planını artık sadece kendine göre yapamıyorsun ve sanki hiç yapamayacaksın gibi geliyor. Eski yaptığın şeylere seni sen yapan şeylere hobilerine kendine sağladığın katma değerlere dönemeyecek olma kaygısı yeni anneleri en fazla tüketen şeylerden biri galiba. Biliyorum geçici. Biliyorum bu zamanları özleyeceğim ama beni de tüketmedi değil hani…

Haberin Devamı

3- Günlük planlarım yine tutmayacak kaygısı: Çünkü tutmuyor. Mütemadiyen bozuluyor. Bir yanın herşeyi kontrol etmeye çalışırken bir yanın sapır sapır dağılıyor. Yapmaya, yetişmeye, yeniden başlamaya çalıştıklarınla o gün içinde olanları karşına şöyle güzelce oturtup izleyip şaşırıyor, sinirleniyor ve bazen gülüyor ama kesinlikle bunalıyorsun. Kadının çocuktan sonra kendini yeniden yaratma çabası ne trajikomik oysaki! Çünkü kendini yeniden yaratmak aslında mikro düzeyde bir düzenlemeden yani gününü yeniden dizayn edebilmekten de geçiyor. Ama yeni bebekli ya da çok küçük çocuklu ve çocuğuna kendin bakmayı seçmiş bir anneysen, sadece tek bir gününü yeniden dizayn edebilmek bile deveye hendek atlatmaktan zor.

Haberin Devamı

Her güne o umutla başlayıp olmadığında yıkılmak ya da becerebildiğinde dünyanın en mutlu insanı olmak fazlasıyla komik ama biraz da trajikomik bence. Yani dışarıdan bakıldığında mantıklı bir planlama ile bir kadın çocuğunu da işlerini güçlerini de kendi kişisel rahatlama alanını da yaratabilir gibi geliyor değil mi. Canım okur! Eğer sen bir anneysen cevabı zaten biliyorsun… Henüz anne olmak üzere isen şimdiden kabul et ve rahatla. Plan denilen şey en az iki seneliğine kış uykusuna yattı. Bir ara keyfi gelince geri dönecek.

3- İnsta anaların şerri korkusu: Allah muhafaza vallahi her türlü şer üçgeninden beter bir ana türü bu insta analar! Yaptığına takar, yapmadığına takar, yazdığında paylaştığın fotoğrafta o çocuğa adam akıllı analık edemediğine dair Dedektif Kolombo gibi iz sürer, arar bulur mutlaka yanlış yapılmış bir şeyler insta anam benim. Ve tabii ki en çok takipçisi olan insta ana en iyi anadır!? Bu yüzden çocuğumla ilgili şeyleri sosyal medya ile çok içli dışlı yapmıyorum. En azından bu kaygı kalemi yok üzerimde şükür muhafaza! Ama bu da şahsi bir gözlemim. Zaten ana cinsi olarak bir şeyleri eksik mi yaptık yanlış mı yaptık daha iyi yapabilir miydik psikozlarıyla yaşayan garip bir canlı türüne dönüşüyoruz. Bir de üstüne insta analardan bebek beslenmesi, bebek psikolojisi, bebek modası, bebek eğitimi zartı zurtu dinleyemeyeceğim!

Haberin Devamı

4- Anne baba olduktan sonra tekrar sevgili olabilecek miyiz korkusu: Çocuk olduktan sonra insanın omuzlarına ömürlük apoletler takılıyor. Anne ve Baba. O apoletleri hakettiği gibi taşımak için tüm bu paralanma halleri aslında. Peki ya eski biz. Hakkaten var mıydık? Sevgili miydik? Yoksa bizim kızın-oğlanın anası babası olarak mı tanışmıştık zaten? Eski sen-ben ve bizler, yeni sen-ben ve bizlerle kaynaşmaya çalışırken yer yer de çatışmamak için yırtınıyorlar. Tüm bu etiketler aynı ev içinde uyumluca yaşama savaşı verirken, bir yandan da ilk başlarda dünyaya adapte olma sancıları çeken yenidoğanın, ilerleyen dönemler için de kendi isteklerini fark eden bir 2 yaş Chucky’sinin zorlanmalarını daha dumanı üzerindeyken yatıştırmaya çabalıyorsun.

Ve yine hiç fark etmeden yeni bir günlük stres kaynağı ekleniyor lugatına. En rahat hissetmen gereken yerde evinde mini minnacık tatlı bir fırtına kasıp kavuruyor ortalığı. Ha kendini yere attı, ha sinirlendi, ha zorlandı diye diye vallahi Galatasaray kalecisi Muslera gibi kalede tetikte bekliyorsun. Bu tetikte kalma hali seni bazen başka bir insan yapıyor. Bazen eskisinden güçlü, eskisinden dayanıklı ama bazen de eskisinden tahammülsüz, eskisinden yılgın. Sonra içten içe düşünüyorsun. Bu yeni kadını yine de her şeye rağmen sevecek mi bu adam? Bu halimle de beğenecek mi? Yine yeni bir “biz” olabilecek miyiz? Çocuk merkezli bilgi akışları dışında yine eskisi gibi anlamlı, uzun, telaşa getirmediğimiz, üzerinde dilediğimiz kadar konuştuğumuz sohbetlerimiz olacak mı? Tüm bu sorular her çiftin kafasında dönüyor bence. Zamanla daha kolaylaşıyor. Hepsi ufak ufak da olsa oluyor belki. Aceleye getirmemek, bebek adımları ile ilerlemek, zamana, değişime ve birbirinize inancınıza sadık kalmak lazım galiba..