Şenay Tanrıvermiş
Şenay Tanrıvermiş
Şenay Tanrıvermiş

Ana ocağınız böyleyse sönsün!

Unutulan değerlerimizin bazıları iyi ki unutuldu.

Haberin Devamı

Unutulan değerlerimizin bazıları iyi ki unutuldu. Hatta zorla unutulan ve unutulsun diye milyonlarca hayatın heba edildiği dayatmalara değer demesek daha doğru olur. Bu yazıyı çoktandır ruhumu, aklımı, kalbimi tırmalayan iki program ve benzerleri nedeniyle çok üzülerek yazıyorum. Biri ‘ana ocağı’ adlı reality show, diğeri ‘kızlar ve anneleri’ adlı yarışma programı ve ikisi de gündüz kuşağında her gün yayınlanıyor. Özellikle ana ocağı dört genç kızı alıp üç annenin eğitimine veriyor ve sözde kaybettiğimiz tüm nostaljik değerleri kadınlar üzerinden hortlatmaya çalışıyor. Çok ayıptır sorması unutulan değerler için kadının eğitilmesinden çok erkeğin eğitilmesine ihtiyaç yok mu? Kaldı ki program da kızlara eğitim değil açıktan gözdağı veriliyor.

Haberin Devamı

Kızları her türlü aşağılama, hakaret, küçük düşüren soru ve etaplarla ne kadar hamarat, itaatkar ve güler yüzlü olmaları üzerinden değerlendiren ve sırtını gelenek ve göreneklere yaslayan bir yapısı var. Kızlara, bizim zavallı ninelerimiz gibi sessizce hizmette sınır tanımamasını direten bir üst dille hitap ediliyor. Özellikle ‘ana ocağı’nın insana ‘ocağınız sönsün’ dedirten zihniyetinde bazen ailesiz, kimsesiz ve gelenek göreneksiz olmanın ne de büyük şans olabileceği gösteriliyor.

Sanki kadınların yararına bir gelenek görenek yapısı varmış ve ne yazık ki kaybedilmiş gibi program bize unutulan örf ve adetlerimizi hatırlatmayı vaat ediyor. Yahu sırf töre, gelenek, görenek, örf, adet diye diye kadınlar nefes alamıyorken bu neyin hatırlatmasıdır? Kızlar askere alınmış gibi çamaşır, ütü, yemek, temizlik, tarlada ekip biçme, ahır temizleme, hayvan bakımı ve her daim büyüklerine güler yüzlü olmak zorundalar. Tam uşak, hizmetçi, köle yetiştiriliyor ya da ne derseniz artık! Ancak programcılar bunlara kaybedilen değerlerimiz diyorlar. Kızlar sabah ezanıyla kaldırılıp işe koşturuluyorlar. (Zaman tanımlamasının dini referanslarla korumaya alınması da apayrı bir yazı konusu!) Kusura bakmayın ama at gibi, eşek gibi ya da soframızda yeri öküzümüzden sonra gelen işçiler gibi…

Haberin Devamı

Kızlara çekilen fırçalar, verilen ayarlar ve öğretilen ‘değerler’ yine kadınlar üzerinden yapılıyor üstelik. Herkes aya giderken biz aniden ve yeniden neden yaya bir şekilde ortaçağ zihniyetine koşturuluyoruz ki? Sanki analarımız gelenek ve görenek yüzünden çok mu mutlu, konforlu ve saygın bir yaşam sürdüler? Büyüklere saygı, örf, adet ve anane hapishanelerinde ne evler zindan oldu da zavallılaştırılan kadınlarımız yaşamadan öldüler. Çok uzak bir tarih de değil üstelik. Neredeyse herkesin ailesinde, yakınında çilesi ağır, bahtı gülmemiş ve bir gün bile şikayet etmeden ön görülen kaderi yaşayan bir kadın büyüğü vardır. Üstelik buna şehirli kadınlarımız da sonuna kadar dahil. Hatta bence hem işte hem evde iki kere sömürülüyorlar. Ata sporuna dönüşen kadın cinayetleri mevzusuna girmiyorum bile! Zar zor ve milyon mücadele, kampanya, kalkışma, okuma ve yıkımla sesini az biraz çıkaran kadınlarımıza şimdi tekrar kölelik programları layık görülüyor ya isyan etmemek elde değil. Ancak bu programlar isyanı katiyen ve külliyen yasaklıyorlar.

Haberin Devamı

Ana Ocağı’nız böyleyse sönsün inşallah! Yeni yılda kadınların sömürülmediği, köleleştirilmediği, ezilmesinin daha fazla normalleştirilmediği programlar diliyorum. Her büyüğe, her güçlüye, her gelenek göreneğe saygı ve sevgi duymama hakkımızı sonuna kadar kullanabildiğimiz güzel bir ülke hayal ediyorum. Özellikle kadınlarımızı bu programlara itiraza davet ediyorum. İtiraz eden kadınları çok seviyor, itiraz edecek kadar nefes alabilecekleri bir yönetim rica ediyorum. Son olarak tüm okurlarıma ve canım Hürriyet Aileme Didem Madak’tan bir şiir hediye ediyorum…

Çiçekli Giysiler

Yazmak İstiyorum Bayım!

Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım.

Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi.

Haberin Devamı

Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.

Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.

Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor.

Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.

Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.

Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.

Bir yağsam pahalıya mal olacağım.

Ben bir bodrum kat kızıyım bayım.

Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum.

Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum.

Fakat korkuyorum. Birazdan da,

Kırk üç numara ayakkabılarınızla,

Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız.

Bu iyi olmaz bayım!

“Gün akşam oldu” diyorum.

Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara.

Cam kırıkları yiyorlar.

Haberin Devamı

Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde,

Rengarenk yap-boz parçacıkları

Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.

Hayır, sanırım sabahı bekleyemem.

Bilmiyorum.

İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı.

On dört yaşındaydı ruhum bayım.

Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.

Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz.

Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri

Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar.

O ara içimde çiçeklerden oluşmuş.

Bir silahsız kuvvet ablukaya alındı.

Sinemalarda da “orgazm gıcırtıları” oynuyordu.

Kaçmaya çalıştım. Olmadı.

Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı,

Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.

Neyse işte.

Ben her filmi hatırlarım.

Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.

“Sofi’nin tercihini” seyrederken çok ağlamıştım.

Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar,

Onu da mutlaka hatırlardım.

İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?

Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım.

Bir “eşya toplayıcısıyım” bayım.

Büyük gemiler de yok artık bayım.

Büyük yelkenler de.

Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım.

İşte az önce bir karabatak daldı suya.

Bir süredir de kayıp.

Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya,

Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.

Kasımpatılar kadar acı kokuyorum biliyorum.

Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen,

Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?

Bir gül, bir güle derdi ki görse;

Yalan söylüyorum.

Güller bu ara hiç konuşmuyor bayım.

(Grapon Kağıtları’ndan)