Sema Tezer
Sema Tezer
Sema Tezer

İnsanca var olmak

Şimdi geldim otuzuma… Bakıyorum da o günlerden bugünlere, kendimden kendime getirdiğim en temel eylem biçimim yazmak…

Haberin Devamı

Kendimi bildim bileli yazıyorum :) Komik bir başlangıç oldu değil mi? Kendimi hatırladığım en küçük halim bir yaş. Acaba o günlerde de yazıyor muydum? Sanırım okuma yazmam olmasa da beynimde bir şeyler yazdığımı anımsıyorum. İnsanın, adına hayal dünyası denilen başkaca bir alan yaratıp orada dilediğince yaratması yazmaktan sayılırsa, evet o gün bugündür yazıyorum :)

Derken ilkokul başladı, Türkçe dersleri, kompozisyon yazma dersleri vs.. Derken bir baktım giriş, gelişme, sonuç… Elim kalem tutmuş. Günlük tutmak meşhur o günlerde. Bir adet de kilitli günlüğüm olmuş, habire yazıyorum, varı yoğu, azı, çoğu, kederi, sevinci, ülkeyi, dünyayı, anıları, içimdeki dünyanın kendine özgü öykülerini…

Şimdi geldim otuzuma… Bakıyorum da o günlerden bugünlere, kendimden kendime getirdiğim en temel eylem biçimim yazmak… İNSANCA VAROLUŞUMU destekleyen en yegane yöntem. Hala gördüğünüz gibi yazıyorum. Kendimi ifade etmenin, kendime, dünyaya, evrene dışarıdan bakabilmemin bendeki en kolay ve kestirme yolu.

Haberin Devamı

İşte böyle, neden bilmem, bunları sizinle paylaşmak istedim.

Arada da döner, eskiden bugüne birikmiş kelimeler dünyama döner bakarım. Neredeymişim, nereye gelmişim, o günlerde gündemimde neler varmış, şimdi neler? Kendimi seyretmenin benim için en güzel yollarından biri bu. Bugün de benzer biçimde gayri ihtiyari geçmiş yazılar klasörümü açtım. 2003 senesinde yazdığım, bugünüme ışık tutan bir yazım dikkatimi çekti. Sizlerle de paylaşmak istedim.

02/08/ 2003 - ANKARA

Hayat bugün evdeki hasta kuşun yeniden uçmaya başladığı anda başladı. Mutlu ve yaşam belirtilerini adamakıllı gösteriyor artık. Yiyor, içiyor ötüyor en önemlisi uçuyor gönlünce.

Ben de mutluyum. Mutluluk tarifim ya da net bir sebebim yok. Mutluyum... O benim çevremde uçma denemeleri yapıyor ben de mutlu ve bir başıma, ağzım kulaklarıma vararak onu izliyorum.

Mutluyum... Sorunlarımla, çıkmazlarımla, teker teker farkına vardığım hatalarımla, kırdıklarım ve kırıldıklarımla, bildiklerim ve bilmediğimi düşündüklerimle, gözyaşlarım ve sırıtan gözlerimle. Giderek yaşamakta olduğumu ve yaşayacağımı daha iyi anlıyorum.

Haberin Devamı

Bu mutluluk hissi nedense yalnızlığı hatırlatıyor bana. Sanki sadece yalnız hissederken yaşıyorum bu mutluluğu. Aslında yapayalnız ama dünyanın en etrafı kalabalık insanıyım galiba? Zihnim bu fikri hücrelerime yaymaya başladığı anda kendim; kendini yalnız hisseden kendime böyle olmadığını anlatmak için çırpınıp duruyor. Fark ediyorum! Bu farkındalık yalnızlık ne kelime, karşımdaki sehpayı koltukları, karanlık gökyüzü ve hatta televizyon kumandasını bile kendi parçam ilan etmeme neden oluyor.

Aslında bilmediğim şey değil, yalnız olmadığım ve her şeyle bütün olduğum. Bir çoğumuzun olduğu gibi benim de zihnimde bu bilgi mevcut. Ama var olan bilginin uygulanışıyla ilgili bir aksaklık, yani pratik eksikliği galiba sorun çıkaran. Hani hep deriz ya “biliyor olmak değil mühim olan, bildiklerini özümsemek, yaşamak “diye. Galiba bildiklerimle özümsediklerim arasındaki mesafe beni de böyle yalnız bırakan.

Haberin Devamı

“Yalnızlık” denilen bu hissi kurcalarken kaldırdığım bir taşın altından da (İNSANCA VAR OLMA SANATI - AYHAN AYDIN) şu sebep çıktı, belki haklı belki haksız olarak:

Bizler (bu yalnızlık ve kaybolmuşluğu yaşayanlar) sanırım bu çağın, 2000’li yılların, modern teknoloji çağının insanları olarak bu toplumsal kimliğin getirileri ile kendi içsel kimliklerimizin çatışmasını yaşıyoruz. Özden getirip özümsediklerimiz ile sahip olduğumuz isimlerin altında yaşamak zorunda olup, özümseyemediklerimizin çatışması.

Bu dünyanın çok kimlikli insanları olarak toplumsal ve içsel kimliklerimiz arasında ortak noktaları yakalamak ve uzlaşma sağlamak zorunda görünüyoruz. Bunu başarmak için çırpınmaya gerek yok aslında. Yapılacak en kolay ve önemli iş onları kendi hallerine bırakmak ve kaynaşmalarına izin vermek sadece. Aynen dalgalarla, kıyıdaki kumsalın çarpışması ve birleşmesi gibi. Düşünsenize, dalgalar her defasında derinlerden, milyonlarca yıldır var olup ama hep yenilenerek gelir ve kıyıda öylece yine milyonlarca yıldır duran ve sanki hiç değişmez sanılan kumsala çarpar. Bu efsanevi dalgalar kumsalları her gelişinde yeniler. Hiçbir yıl aynı değildir ikisi de. Kumlar sonsuza dek dalgaları bekler ve dalgalar her gelişinde birlikte değişirler. Ve birbirlerinden asla ayrılamazlar.

Haberin Devamı

Kumsal dalgaların şeklini alır. Kumsal dalgaların delilidir. Gün gelir dalgalar gelmez olursa, kumsallardan ve onun her parçasından dalgaların varlığı ve mutlaka bir gün gelecekleri anlaşılır.

İçlerimizdeki çift BENin kardeşliği dalgalarla kumsalın kardeşliği gibi sanırım. Ancak hangi ben dalga, hangi ben kumsal, seçmek size düşüyor.

Zen Budistlerinden DR. SUZUKİ’ nin dediği gibi; “İnsanca varoluşun anlamını bulan kişiler, dünyayı olduğu gibi gören ve kendi dünyaları gibi yaşayan insanlardır.” (İnsanca Var olma Sanatı - Ayhan Aydın)

Amacımız, “insanca var olmaksa” bunun yollarından biri de, hem kendi dünyamızın dalgalarını hem de içinde bulunduğumuz dünyanın kumsallarını yaşamak, her ikisini birbirine dost kılmaktır.

Haberin Devamı

“İNSANCA var olmak” …

Belki de bir sonraki sefere bugünkü benin gözlerinden ve deneyimlerinden aynı kelimelere bakmak güzel olabilir.

Ya sizler? Sizin için “İNSANCA var olmak” ne demek? Sizler İNSANLIĞINIZI nasıl deneyimliyorsunuz bugünlerde? Her birimizin deneyimleriyle büyüdüğü ve geliştiğini derinden bildiğim insanlık ailemizin bir bireyi olarak, tüm bunları paylaşmayı ve dinlemeyi gerçekten çok isterim.

Sonsuz sevgilerimle