Özlen Çopuroğlu
Özlen Çopuroğlu
Özlen Çopuroğlu

Yas bitti...

Hayatta tek çaresi olmayan ayrılık,’Ölüm’ü 14 yaşındaydım ilk deneyimlediğimde...

Haberin Devamı

Hayatta tek çaresi olmayan ayrılık,’Ölüm’ü 14 yaşındaydım ilk deneyimlediğimde... Elinde doğup büyüdüğüm annemin babannesi bizimle aynı evde yaşardı kendimi bildim bileli, öyle arada görüştüğümüz aile büyüklerinden değildi yani, önce annemi büyütmüş, sonra kardeşimi ve beni.

Bir tek günümüz ayrı geçmedi yani... Odalarımız yanyanaydı, onun masalları ile uyur, o sırtımızı tatlı tatlı kaşıdıktan sonra uyumaya ikna olurduk. Kardeşimle en büyük kavgamızdı en çok senin sırtını kaşıdı hayıflanmaları, hiç yetmezdi, hiç yetmezdi... Aynı evin içinde yaşadığımız beş kişilik bana göre kocaman bir aileydik biz.

Tam 98 yaşında vefat etti, yine öyle hastalanmadan, yaşından dolayı yorulan kalbinin durmasıyla, sonra anneanne, dede derken hepsinin yanında olmuştum o son vedalarda küçükken.

Haberin Devamı

32 yaşında çaresiz hastalığa yakalanan annem,"Çocuk onlar, dahil etme onları" diye öğütleri dinlemeden hep doğrusunu anlatmıştır bize, "Öğrenin ölüm de doğum kadar gerçektir" diye diye...

Tam o yıllarda hastalanan annemin de hastalığını bilerek büyüdüm ben, her doktor ziyaretinde yanında oldum, hastalığına, ilaçlarına, tedavi biçimlerine, derslerimden çok daha iyi çalıştım ben, hatırlarım hala akşam üstü 17.00 civarı  bazen ayda bir bazen ayda iki kez ziyaret ettiğimiz Nişantaşı'ndaki o muayenehaneyi...

Bazen annem gidemeyecek kadar hasta olduğunda ben götürmüşümdür canım doktorumuz, baba yarısı dediğim Candan Övül’e tahlil annemin sonuçlarını...
 
Ben hem okuyorum hem elim ekmek tutmaya yeni başlamış, 19 yaş civarlarındayım. Demişti ki bir gün ""Özlenciğim, küçücüktün, hastalık yaşlandı, sen de büyüdün...

O zaman fark etmiştim hayat ne kadar da hızla geçiyor aslında.

Sonra annem 50, ben 30 yaşıma basmıştım annemi kaybettiğimde.

Aramızda tam 20 yaş var annemle...

İçim dağlanmıştı, kağıt kesiği gibi sonradan anladım ne kadar derin olduğunu, içten içten sızlandığını.

Tam bitti derken, hep acının yeniden başladığını...

3,5 yaşındaydı kızım, anneydim oysa, ama yine de yaşın kaç olursa olsun "annesizlik" fark etmiyor demiştim.

Haberin Devamı

Ailemdeki herkesi kaybetmemle kendi kurduğum çekirdek ailem ve içine aldığım dostlarım oldu en kıymetlim.

Onlarla nefes alıp, onlarla verdim, onların omuzunda ağlayıp onların sırtımı sıvazlamaları ile sakinleştim, olgunlaştım, kabullendim, büyüdüm.

Şimdi çekirdek ailem dört kişi ve dostlarım var...

Acı diniyor, acı hafifliyor, sen büyüdükçe o duygu da yerini sadece özleme bırakıyor, "Sızı diniyor" derdi çok sevdiğim benzer şeyler yaşamış büyüğüm, "Bak göreceksin hayat insanı nasıl da pişirecek"

Yıllar geçti... Bazen çok güçlü, bazen çok güçsüz hissettim.

Bazen çok şükür dedim, bazen çok özledim.

Bazen yerini bir şey tutamaz dedim, bazen rüyama girmesini bekledim, bazen kokusunu duymak istedim, bazen...bazen... O bazenler hiç bitmedi.

Şimdi tam 6 yıl geçti, 2190 gün ediyor... Mesela o zaman doğan çocuklar şimdi 6 yaşında oluyor, hayat hızla dönüyor.

Haberin Devamı

En yumuşak karnım derken, artık kendimi bildim derken, kanıksadığımı, alıştığımı düşünüp beni bir şey şaşırtamaz derken, en özelimde kimsenin bilemeyeceği o yasımı aslında derinden hep yaşarken damla damla, derin derin sızı ile...

Şokluyorum resmen arka arkaya gelen dört haftada dört acı haberle.

Önce dostum aniden babasını kaybediyor, sonra öteki canım dostum annesini, yaş kemale erdi ya, antremanlıyız ya Allah sıralı versin diye acıları teselli ederken, çok kötü bir haber alıyorum, dersini hiç çalışmadığım, hiç bilmediğimiz bir yerden yakalıyor hayat, teselli etmek ne kelime, nefes alamıyorum, gözüne bakamıyorum, üç çocuğunun birini kaybediyor, canımız ciğerimiz... Tam da o sıralar şehit haberleri ile yanarken etrafımız alev alev, ateş düştüğü yeri yakıyoru anlıyoruz. Evlat kaybı, yanı başımızda bittiğinde, söz bitiyor, ne desek boş olacak nasıl olsa...

Haberin Devamı

"En iyi sen anlarsın beni" diyor, o günlerimi en iyi bilenlerden yanımda olan dostum. "Yok" diyorum,  "Ben seni bilemem, aynı şey değil" diyorum ilk defa ağzımdan çıkıyor, ben bunu bilemem...

Boğazım bir düğümken, üste üste düğüm oluyor, boğazım ağrıyor diyorum eşime, ağırlaşıyor, konuşamıyorum.

Bak diyorum, hangisi kötü... Dua ediyorum, büyüklerin sıralı sıralı diye söylediği onlarca cümleler kafamda...

Hepsi boş, hepsi faydasız

Bir hafta geçiyor.

Hayatımda gördüğüm en keyifli en pozitif en neşeli hayata hep en olumlu bakan, içimizi efil efil havalandıran, yüzümüzü çoluk çocuk hep güldüren dostumuzun haberini alıyoruz, bu genç yaşta kalbi nasıl yoruldu bilemediğimiz, anlayamadığımız, anlayamayacağımız.

Haberin Devamı

Dünya tatlısı biricik İLKİM'imiz kalıyor iki minik baharıyla ,hep ona bakıyorum, nasıl sarmalanıp dolandığını o iki kuzuya, Özlen dedim dört hafta, dört kayıp, dört yokluk ... Üstelik ikisi bilmediğim yerden, "yok öyle bir şey" diyorum, bu duyguyu bilmek diye bir şey yok, bütün bildiklerimi unuttum işte.

Mesaj ne?

Mesaj...

"Yas bitti" diyorum..

Hani o içimde derinlerde olan sızı var ya işte o bitti.

Büyüdüm ben,

Gezdim, tozdum, eğlendim, üzüldüm, hüzünlendim, ağladım, mutlu oldum, mutsuz oldum, başardım, başaramadım, kazandım, kaybettim, her şey oldu, her şey geldi geçti, her şey gelecek ve geçecek, vardığımız özetin sonucu aslında hiç değişmeyecek.

İşte o yüzden sıra dünyaya getirdiğimiz küçükleri büyütmekte, sıra onların kökünü güçlendirmekte, sıra onlara hayata her daim tutunmalarını öğretmekte...

Ne zamana kadar ?

Vakit yettiği kadar.

İşte o vakit, insan ‘ZAMAN’a dönüyor, zaman dediğimiz ve sonsuz sandığımız anla yüzleşiyor, zaman ne kıymetliyi anlıyor.

Zamanı boşa harcamadan, en büyük toleransları çekirdek aile dediğimiz canlara tanımak gerekiyor,

Canım çok yandı ama yine de umut etmek istedim, madem geldik bu dünyaya, o zaman içimizi temiz tutup, can olmaya devam edeceğiz, dostumuz düşerken elinden sıkı sıkı tutmaya, çocuklarımızın sırtını destekleyip sen ben olmasam da yaparsını tatlı tatlı anlatmaya, her nefes için şükrederken hayata, sabır diliyorum bütün sevdiklerini kaybedenlere, en yürekten, en içten...

‘Ölümle sona eren yaşamın kendisidir, anlamı değil’ diyen Oruç Auroba’ya katılıyorum, o yürekler yaşattıkları tüm güzellikleri ile ve anlamları ile hep hayatımızda kalıyorlar ve asla unutulmuyorlar.

Özlen ben...

Artık her şeyi gören, kevgirinden bir güzel de süzen, karşısındakinin ayıbını gördüğünde bile yüzüne vurmaktan vazgeçen, boşveren, o da öyle diye kabullenen, kalbi olgunlaşan, aklı başında, kalbi hep sevdiklerinde, gözü takvimde...