Özlen Çopuroğlu
Özlen Çopuroğlu
Özlen Çopuroğlu

Kalp güler mi?...

Ne gülen göze, ne de gülen yüze kanıyorum artık, inanın hayatın içinde o kadar çok gülümsemeyle karşılaşıyorum ki, yüreklere bakıyorum artık sadece ve sadece.

Haberin Devamı

Ne gülen göze, ne de gülen yüze kanıyorum artık, inanın hayatın içinde o kadar çok gülümsemeyle karşılaşıyorum ki, yüreklere bakıyorum artık sadece ve sadece.

Eskiden o gülümsemelerin tek bir anlamı vardı benim için, içten gelen gülümsemeyle iyi niyet hali...

"Allah’ım ne safmışım" diyorum şimdi ve kendime gülüyorum, bir de sözüm ona pek hisli bilirim kendimi, pek cinimdir.

Aslında çok değil, bir kaç saatte ele veriyor insan kendini, yüreğine baktığınızda.

Çoğunun ortak özelliği, ‘kendileriyle geçmiş arasında bitmek bilmeyen bir hesaplaşma, bir düello telaşı ve hırçınlığı’, zaten bir süre sonra bu tuhaf süreci hissedip ne yapacağını bilemez o kötü enerjiden siz yorgun düşüyorsunuz.

Ama o gülümsemeyi dikkate alıp fiziksel yanılsamaya kaptırınca insan kendini, görmez oluyor haliyle gerçek yüzleri ele veren şeyleri...

Oysa ne kadar basit bir yöntem seçmek! İletişim kurmayı tercih ettimiz, aramızdaki bağı ilişkiye dönüştürdüğümüz andaki gerçekliğe baksak iç sesle birlikte, birkaç sevenimizi, uyaranımızı dinlesek olay çözülüverecek.

Haberin Devamı

Vallahi ne yalan söyleyeyim, yeni insanlara açık bir tip olmadım ben aslında hiç.

Çok samimiyim, kendimi de çok yanıltıcı bulurum bu anlamda, gülümseyen yüzle herkes sizi sempatik bir insansever, arkadaş canlısı zanneder...

Halbuki hiç öyle değilimdir, biriktirdiğim ilişkileri ve insanlarla yaşlanmayı hayal eden biriyim ve enerjim de ancak onlara yetecek kadar var.

Bir elin beş parmağı aynı olabilir mi?

Ahh o eski dostlar... Birbirimizin içini, dışını, adımız gibi bilmemiz yetiyor da artıyor değil mi kalplerimize, kendimize, eşlerimize, çocuklarımıza, evimizin enerjisine?

Bölünmek yerine hatıra biriktirip, köklendirmekten yanayım ben sevgilerimizi.

Bizde meşhurdur dost toplantıları, aile yemekleri ama hep çok kalabalık oluruz. Hatta arkadaşlarım “Nasıl kalktın bunca yükün altından?” diye sorarlar.

Ne yükü, keyifli bir seremoni bu...

Kalp güler mi...

Haberin Devamı

Bir tanıdığın çocuğu şahit oldu bir akşam sadece geleneksel, her hafta olan aile yemeğimize, sofra özeninden, evdeki keyifli telaştan zannetmiş ki büyük kutlama var, çocuk belli ki alışık değil, bocaladı epeyce anlamadı önce...

Lara’ya sordu yanımda

-Bugün özel bir gün mü?

Lara’dan cevap,

-Yooo...Cuma günleri dedemler ve amcam geliyor.

Sonra anladımki o sevindirik halinden, mutlu ve özlemle oldu o akşam içimizde, sofranın kurulmasına ve kalkmasına bizzat eşlik etmişti, keyifle heyecanlanla, eğlenerek...

Annesi sonrasında arayıp, "Başıma iş çıkardın" demişti.  "Peçeteler, servisler, süsler, çiçekler hazırlamışşın, oğlan biz de yapalım anne" diyor. Sofradaki mumlardan istiyor. Nerden buldun o mumları?

Haberin Devamı

Bildiğimiz mumlar işte, bir özelliği yok, sokakta da, markette de, bakkalda da, pazarda da aynı mumlar...

Çocuğun derdi aslında ne mum, ne süs, ne püstü kuşkusuz...

İçine iyi geldi, o paylaşım, o keyif, o kendini özel hissetme.

Aslında hiçbirşeyin lüksü, pahalısı, markalısı, bir özelliği olmayan son derece sade hepimizde aşağı yukarı materyallerin olduğu bir sofra düzeniydi sadece.

Ama ben hep kızıma anı, hatıra, güzel tortular kalsın diye çaba içindeyim hayatta, hangimizin ne ara gideceği belli mi?

Annemle daha çoook uzun yıllarım vardı diye hayal ederken şimdi düşünüyorum da, son doğumgünü, son yılbaşı, son yemek, son sinema, en çok sevdiği ıspanağı en son yediğimiz zaman, en son ziyaretçi, en son... En son... En son...

Haberin Devamı

O en SON'larla yaşadım ardından geçen 5 yıl boyunca.

Uzun zaman oldu en sonları ben bırakalı, artık 'iyi ki... iyi ki... ve iyi ki...' diye hatırlıyorum, anıyorum her aklıma gelişini ve aklımdan çıkmayışını.

Ne olur bakın etrafımıza, dünyanın her yerindeki yaşanan tüm sorunlara rağmen, kendimizi koruduğumuz ve sığındığımız camı, penceresi yerde bir halısı, tenceresi, ateşi, suyu, elektriği, masası, sandalyesi, yumuşak yastıkları, pikesi, yorganı bir de battaniyesi olan, kaloriferi hatta kliması olan evlerimizde mutu olmamamız için bir sebep var mı?

Sevdiklerimizle, her masayı, her yemeği kendimiz için keyife, çocuklarımız için şenliğe, heyecana ve en önemlisi hep bu anları hatırlayacakları güzel anılara dönüştürmeyeceksen, kimin için yapacağız ve kimin için yaşıyoruz?

Haberin Devamı

Babaannemin, biz küçükken yasakladığı, misafirler için hep temiz ve kilitli tuttuğu ve ancak çocukların bayramdan bayrama girdiği o eskimeyen koltukları için mi yaşıyoruz?

Şimdi aklıma geldikçe yazık diyorum, biliyor musunuz insanlar öldü, ama babaannemin koltukları hiç eskimedi...

Kızım koltukta boğuşurken bizimle, babannemin asla oturtmaya kıyamadığı yeşil kadife koltukları gelir hep aklıma Lara bizim koltukların üstünde tepinirken...

Ohh derim çaktırmadan içimden, zıpla kızım benim çocukluğumun acısını da çıkar zıpla :)

Oysa bir vakit geliyor ki ,artık kitlemeye de gerek kalmıyor herhalde o adı salon olup senede üç-beş kez açılan mabed gibi yerleri,
ne gelen kalıyordur, ne de giden...

En sevmediğim şeydir bir evde misafir için korunan eşyalar bölümü...

En güzel masa örtüsü, en güzel yemek takımı, onlar için saklanan terlikler.

Umurumda değil inanın, misafirler sizden daha kıymetli olamaz, siz neye layikseniz onlar da ona... Elimizden gelen bu, yapacak bir şey yok.

Özen ve elden geldiğince ağırlamak başka şeyler, ailemizi men etmek başka.

İnsanın öncelikli olarak her şeyi kendi ailesi için yapmamasının tek engeli oluyor hayattaki bunuda yaşadım, amansız hastalıklar, buruk acılar dışında inanın başka sebep yok.

O sofralar biliyorum ki, bir tas çorba ile de aynı , bir tepsi baklava ile de aynı kıymeti ve keyfi yaşatır.

İster, yol kenarından kopardığın bir dal çiçek, ister çiçekçiden aldığın bir buket çiçek.

Dön dolaş, herkesin kesesi ayrı bile olsa, umutlarda, yüreklerde aynı noktada birleşiyor. Aslında çocuklarımıza en çok da bunu ispat etmek lazım...

Kalp güler mi...

Resimdeki sofrada içilen kahve fincanının içinden çıkan kalp... Bir hatıra daha ekledi anılarımıza... Yok vallahi halis mulis, dost soframızdan bizim evin fincanı, ne photoshop ne de başkasına ait bir görsel... Kayınvalidemin hediyesi dantel örtümüz de, kahvemiz de, fincanımız da, içinden çıkan kalp de gerçektir, ev halimizdir.

Hadi boşverin bayramı, seyranı, o günü, bugünü, en sevdikleriniz için hazırlayın şöyle güzel bir sofra, karınca kararınca,ister bir çorba, bir makarna, ister bir tepsi tavuk, bonfile... Ne olduğunun önemi ne?

Bakın neler değişiyor? Evin babası bile eve geldiğinde iddia ediyorum, kapıdan içeri girdiğinde şu soruyu soracaktır size:

-Karıcığım ,hayırdır kim geliyor?... (E sen geldin ya işte dersiniz :)

Alın size bir unutulmayan anı daha çocukların hafızlarında...Sıcacık tortular bunlar, anlatılarak değil yaşanarak bırakacak gerçek izlerimiz olsun hayatta.

Yazın bana sonra, çok merak ediyorum ev ahalisinin her birinin tepkisini...

Özlen ben, karnındakinin ayak sesleri bir yandan, burnundaki boya kokusu diğer yandan, yüreğindeki sergi hazırlığının sesleri öbür yandan aklı ve hayalleri boyalara bulanmış, alacalı bulacalı.