Özlen Çopuroğlu
Özlen Çopuroğlu
Özlen Çopuroğlu

Geri aldım

Bitmek tükenmek bilmeyen bir online olma durumu ve cevapsız postlar...

Haberin Devamı

Hayatımı geri almadan önceki her gün…

Sabah oldu galiba. Gözüm yarı kapalı... Ne fark eder ki açık olsa da, bir de üstelik ben miyobum. Daha gözüme ne lensi, ne de gözlüğü takmadan; ister el alışkanlığı, ister göz alışkanlığı, ister şuursuzluk, isterseniz Allah vergisi deyin. Ben adını koyamadım adını da bulamadım. Ne derseniz deyin ama sizinle de paylaşmadan edemedim. Gözümü açtığım gibi sosyal medyadaydım ben; en resimlisinden, popüler olanı hani.

Hah! İşte o andan itibaren başlıyor o yalan hayat. İster içinden ol, ister dışından. Sen istediğin kadar ben dışındayım de, sadece takip ediyorum de. Yemezler.

Ben yemem kardeş. Alemi cihan gelsin beni inandıramaz; içinde ki yanıp tutuşan, beni de beğendimi tutkunun olmadığına.

Bal gibi içindesin. Mesela ben sözüm ona kendi halimdeydim. Kendi halimdeki, halimle ters düz ettim kendimi. O kendi halimde ki halimle bana bir haller oldu. Kendi halimi tanıyamaz oldum, hangi halimdeyim ben bilemedim. Gülmeyin öyle kahkahalarla. Ben de gülüyorum size yazarken ama içinde en sevdiklerim ve seveceklerimle birlikte sevemediklerim oldu. Beni ve sevemeyeceklerim. Yine de ben çok şey öğrendim o resimli dünyadan; mesela yandan poz vermeyi öğrendim. Ayrıca ince gösteriyor (burada gülebilirsiniz.)

Haberin Devamı

 Geri aldım 

Sonra “can” diye bir kavram öğrendim. Başlarda gerçek sandım hoşuma gitti. Baktım herkes birbirine söylüyor, sonra bizde; hatta aramızda üç beş dost söylemeye başladık. Sonra baktık, o aslında canın çıksın gibi bir manaymış, hemen bırakıverdik. Ödümüz koptu (burada da gülebilirsiniz, ağlamaklı da olabilir, bizde karışık duygular yaşıyoruz bu bölümde, zamanla duygularımız oturacak inşallah.) Bir de kanka, kardeşim falan var. O çok tehlikeli, ölümden beter. Allah korusun onu daha yaşamadık ama duyuyoruz, anlatıyorlar. Gerçek hikayeler mi bilmiyoruz tabi. Ama neyse işte öyle korkunç efsanelerde yok değil. Sonuç olarak, bir yalan dünya ile gözü açıp kapayıncaya kadar yıllar geçip gidiyor. Bir elinde şarj, bir elinde telefon, ayna cımbız gibi... Her yerde şarja takma fobisi, ya şarjım biterse stresi, her priz bulduğunda şükretme halleri… Bitmek tükenmek bilmeyen bir online olma durumu ve cevapsız postlar. Seni o kadar like etmiş, sen onu etmezsen ayıp olur diye hiç ilginç bulmadığın ve beğenmediğiniz yazı ya da fotoğrafları beğenme sorumluluğu.

Haberin Devamı

Bir sabah yine kalkarsın, bakarsın artık duvarlarda hep eski fotoğraflar, yeni basılmış tek fotoğraf yok. Albümlerde hep eski fotoğraflar yeni fotoğraf hiç yok. Her şey dijital her şey! On bir yaşındaki kızımın resimleri duvarlarda, albümlerde var, iki yaşındaki oğlumunki ise CD’lerde...

Sosyal medyadaki resimli dünyaya, bir grup insanın resimlerine, altındaki kısır, sığ yorumlara ve başkalarının hayatlarına o kadar hayatımızı kaptırmışız ki; ne oğlumun resimlerini bastırmışım, ne biten yemek kitabımı tamamlamışım. Ne de bir sürü yapabilecek hayalimi gerçekleştirmişim. Gerçekten üretmekten yoksunlaşıp, yozlaşmaya başlamışım üstelik.

Geri aldım

Sosyal medyaya bolca resim yükleyip, nasıl bir üretim ve ülkeye hizmet duygusunu sahiplendiğimizi bilemeyeceğim ama kurtardım ben kendimi arkadaşlar, hayatımı geri aldım kendimden...

Haberin Devamı

Şimdi; hepsi uğruna feda ettiğim, kütüphaneme eklediğim onlarca yeni kitabım, temizlediğim fırçalarım, iki tane her yeni yaşı ile anneliğimi bekleyen çocuklarım, işim, evim, mutfağım, birkaç çok sevdiğim dostum ve bana her şey aşktan dedirten eşim var... Yetmez mi?

Üstelik var ya o kadar da yalan değil her şey. Hani seni bulan buluyor, ama sokakta ama uçakta ama bir gün yolda ama bir gün mutlaka bir yerde ama mutlaka... Ve diyor ki; bildim ben diyor bildim her şey aşktan... Beni bana getirene bin şükür o zaman.

Özlen, Lara ve Ali’nin annesi.

Her şey aşktan…