Kan ağlayan bebekler

Catherine, üçgen çatılı bir eve giriyordu. Oradaki evde bir sürü oyuncak bebek. O kadar güzel bebekler. Ama bu bebekler ağlıyor. Ve bazılarının gözünden kan akıyor.

Haberin Devamı

Geçen hafta Norveç’in Bergen şehrinde, tepeden denize değin inen üçgen çatılı, iki katlı ahşap evleri görünce kız kardeşime dedim ki, “ Hatırlar mısın bir dizi vardı. Adı Girdap. Buna benzer evlerin olduğu bir yere Catherine adında bir kadın geliyordu da, bir eve giriyordu, evin içi oyuncak bebek dolu. Hani bebeklerin gözlerinden yaş veya kan akıyordu.”

“Cık” diyor kardeşim. Yaşı hatırlamasına el vermiyor.

Filmin başlangıç müziği kulağımda. Ya denizin içine batan bebeklerin olduğu jenerik. O zaten hep aklımda.

Bir yandan Bergen’in güzelliğine bakarken bir yandan da geriye ket vuruyorum. O diziye.

Seksenlerde çok güzel yabancı mini dizler var. Öyle yirmi sezon oynamayan, tadında bırakılan ve tadı damağında kalan türlerden. Bunlardan bazıları hafta sonuna denk düştüğü için izleyebiliyorum. Bazılarını ise, becerebilirsem oturma odasında uyuyakalmış izlenimi vererek, battaniyenin altından zar zor seyretmişliğim oluyor. Tabii zor şartlar altında, yarı görür yarı görmez biçimde izliyorum. O yüzden parça parça hatırlıyorum çoğunu. Bazılarının final bölümü yok hafızamda mesela. Ya izlerken yakalanmışım ya da battaniyenin altında gerçekten sızmışım.

Haberin Devamı

Kan ağlayan bebekler

Martı Adası, Cennete Doğru, Hayal Beldesi, Aşk Gemisi, Piyango, Smith ve Jones, Sekiz Çocuklu Aile, Walton Ailesi, Küçük Ev dizilerini de çok sevmiş olmama rağmen bu yarım yamalak izlediğim korkutucu GİRDAP belleğimden hiç silinmemiş. Müthiş gerdiğinden değil sadece, o bir oda dolusu bebeğe sahip olmak nasıl bir şeydir düşüncesinden dolayı en çok.

Belki yine de hatırlar diye, arama motorlarından diziyi buluyor ve resmini gösteriyorum kardeşime. Orijinal ismi MAELSTROM’muş.

“Cık” diyor gene bizimki hatırlamıyor.

O da ne? Dizi Norveç Bergen’de çekilmiş meğer. Sora sora bulabilir miyim çekildiği evi acep diye düşünürken kardeşim gerçeğe çekiyor beni. Üç günlük Bergen tatilini ev aramakla geçiremezsin diyor. Halbuki beni bilmiyor. Turist bürosundan öğrenir hemen giderim diyorum. Ama şansıma turist bürosundaki kız diziyi bile bilmiyor.

Haberin Devamı

Catherine, üçgen çatılı bir eve giriyordu. Oradaki evde bir sürü oyuncak bebek. O kadar güzel bebekler. Ama bu bebekler ağlıyor. Ve bazılarının gözünden kan akıyor. Anammmm nasıl gerginim battaniyenin altında. Buna rağmen o porselen yüzlü bebeklerden benim de olsa keşke diye de düşünmeden edemiyorum. Bir de Ingrid diye bir kadın var dizide. Çok güzel. Sarışın, yeşil gözlü. Aslında yok ama saçlarını at kuyruğu yaptığı bir sahnede duruşundan herhalde biraz gıdığı oluşuyor. Aynanın karşısında kaç kez geçmişliğim, kendimi epey zorlayarak çenemin altında bir gıdı oluşturup, kendimi ona benzetmişliğim var. Kızın tırnağının ucuyla bile ortak hiçbir şeyim olmamasına rağmen, saçlarımı at kuyruğu yapıp, boynumu da iyice çeneme bastırınca ona benzediğime de iyice inanmışım. Yeşil göze sarı saça ne gerek var? Bir gıdıkla adım Ingrid hani. Kuzenim Banu’ya da “Sen de Catherine’e benziyorsun” diyorum. Hem o kadar diyorum ki, o da öyle olduğuna inanıyor. Ha benzeyip de ne mi oluyoruz? Dedektifçilik oynadığımızda ben Ingrid o da Catherine oluyoruz o kadar.

Haberin Devamı

O sıralarda bizim ilçeye bir aile taşınıyor. Almanya’dan geliyorlar. Ailenin babası orman memuru. O yüzden Çamgölü tesislerindeki lojman evlerde kalacaklar. Orman içinde. Üç adet küçük ev bunlar. Aynen İskandinav evleri gibi. İki katlı, ahşap ve üçgen çatılı. Bu evde kalan ailenin iki kızından biri Banu ile aynı sınıfta okumaya başlıyor. O yüzden ben de tanışıyorum. Almanya demek çikolata ve oyuncak bebek demek bizim için. O yüzden bu yeni kıza bebek soruyoruz. Var mı diye. Kız diyor ki oturdukları ahşap lojmanın çatı katındaki odasında yaklaşık yüz adet bebek var. Hepsi birbirinden güzel.

Nasıl ya? Bütün oda mı? Hani aynı Girdap dizisindeki gibi. “He valla bütün oda” diyor. Porselen yüzlü de varmış hem.

Haberin Devamı

Eve dönerken kuzenime dönüyorum. “Catherine” diyorum “Bir yolunu bulup bu bebekleri görmemiz lazım.” O da çok heyecanlı. “Evet Ingrid” diyor bana.

Acaba nasıl bebekler? Yüzleri porselenden mi? Ya onların gözlerinden de kan gelirse? Gelmez ama be. Şu evi nasıl göreceğiz? Bizi davet eder mi acaba? Doğum günü falan yapsa ya? Bir bahaneyle çıkardık odaya. Yüz adet bebek. Vay be. Nasıl bir duygudur ki?
Kendimizi davet ettirmeye çalışıyoruz kızın evine. Pencereden bile baksak yeter. Öyle önünden geçerken bakabileceğin yerde değil ki ev gizliden tırmanıp bakalım. Yakakent’in dışında. Arabayla gitmek lazım.

O eve asla çağrılmıyoruz. Çatı katı bebek dolu ev hep hayallerimizde kalıyor.

Haberin Devamı

Sonra kızın bizim ağzımızı sulandırmak ve hava atmak için yalan konuştuğunu anlıyoruz. Kız hayal dünyasında yaşayıp bir sürü başka şey daha uydurunca anlıyoruz bunu.

Olan hayallere olmuyor lakin. Bugünlerde hala Çamgölü’nde duran o üç evden kızın ağzımızın suyunu akıttığı evin tarafa döndüğümde, hala otomatik olarak çatı katına bakarken buluyorum kendimi. Sanki içeri girsem, yukarı çıksam, o odada, Girdap dizisindeki evin içindeki bebeklerden göreceğim gibi geliyor. Büyümüş, akıllanmış, yalanları nihayet anlama aşamasına gelmiş olmama rağmen, o çatı katı için söylenen çocuk yalanına inanmayı nasıl sürdürdüğüne hayret ediyorum beynimin.

Şimdi birden merak ettim. Acaba kuzenim de aynı şeyi hissediyor mu? Hele bir telefon açıp sorayım.

“Alo Catherine?”

“Ne? Catherine de kim?”

“Ayol tanımadın mı? Ben Ingrid”

“Elif ne diyorsun ya? Kafayı mı yedin?”

“Ne çabuk unuttun geçmişini Catherine? Neyse, dur bir kahveye geleyim ben sana da hatırlatırım.

“Tamam bekliyorum”

“Ha bu arada, Beren’in bütün bebeklerini yatağının üstüne koysana. Hatırlamana yardımcı olacak. Hem azıcık evcilik de oynamış oluruz.”

Yazarın Tüm Yazıları